İnsanlar diyorum insanlar... Belirli bir yaşa gelmiş sözde yetişkin insanlar... Nasıl yetiştirememiş olabilirler kendilerini? Bunca yıl neye yetişmeye çalışmışlar ki de bir türlü yetişememişler böyle... Sorsan kendileri de bilmez o şeyin ne olduğunu... Kafa yorma zahmetine de girmezler zaten. Kim yetiştirdi bunları, bunlar kimlere özendi? Kim anlattı bunlara böyle vasat bir çizgide sağa sola sataşarak ilerlemenin çekiciliğini, kim söyledi bunun cazibeli bir yol olduğunu; kim fısıldadı kulaklarına böyle olanın güçlü olacağı yalanını kim uydurdu da kim inandırdı bu masallara... Harabe bir evden daha boş içleri, bomboş sineleri... Bir haberler kendilerinden. Nasıl bir iç hesaplaşma bu herkeslen ve her şeylen... Neleri saklıyorlar kendi içlerinde kim bilir. Alaycılık, zorbalık maskeleri bunların. Bunlarsız bir an bile yapamazlar. Oksijen gibi su gibi onlar olmadan yaşayamazlar... Çıkıp birileri söylemeli, haykırmalı yüzlerine ve sizler zavallısınız demeli ama üzülmeyin diye de eklemeli. Sizin suçunuz değil bu haliniz. Kim bilir nelere mağruz kaldınız, nasıl hor görüldünüz, aşağılandınız; itilip kakıldınız... Sevilmediniz, sayılmadınız, önemsenmediniz... Bunları bilmediğiniz için de maskelerinizle dolaşmaya mecbur oldunuz. Sevilen, önemsenen, ilke sahibi, değer sahibi insanları görünce onları çekemediniz, kıskandınız ve onların hiç görmediği, bilmediği bir yerden onlara saldırmaya başladınız. Hasta ettiniz onları, kendilerini suçlu hissettirdiniz. Onların değil sizin normal olduğunuzu düşündürdünüz. Böylelikle kendi hastalıklarınızın üstünü örttünüz. Kendiniz gibi olanlarla kümelendiniz, yürüdünüz. Masumken ve suçsuzken suçlu duruma düştünüz. Sizi bu duruma düşürenleri görenler ise insanlığınız ve vicdanınız size kaybettirilirken seyirci kaldılar. Siz de size yapılanın aynını başkalarına yaparken de öyle seyirci kalıyorlar. Onlar seyirci kaldıkları içinde toplumumuz yozlaşıyor, çürüyor; günden güne eriyor, değişiyor ve yaşanması zor insan topluluklarından oluşan ve bir zindanı andıran hale dönüşüyor. Karanlık, soğuk, sessiz... Herkes her şeye giderek ilgisiz, halsiz, bitkin. Tüm ilgi ve odak kolay olana, kurnazlığa, adiliğe ve iğrençliğe doğru kayıyor. Çıkarcılık, adam kayırma, nankörlük, kan emicilik yüceltilip efendilik, ağır başlılık, yardımlaşma, saygı, sevgi ve liyakat yeriliyor... Niye böyle oluyor? Bir sona doğru gidiyoruz. Zaten hepimiz, her şey ve evren bir sona mahkumken evrenden de önce kendi sonumuzu hazırlıyoruz. Daha güzel bir son mümkünken her şeyin berbat olması için elimizden geleni ardımıza koymuyoruz. Tüm bunların sorumlusu kim bilmiyoruz. Ben,sen,o,biz,siz,onlar diyoruz. Geçiştiriyoruz... Bilsek de bilmezden geliyoruz, elden bir şey gelmez biliyoruz. Çabuk kabulleniyoruz. Yorulduk, bittik, usandık artık gidiyoruz...
Yorum Gönder