YOLCU


https://kiltabletoyku.com/ dergisinin eylül sayısında yayınlanan öykümü, burada sizlerle de paylaşıyorum. Keyifli okumalar...


Yaprakların dallarını terk ettiği, yollardan gelip geçenler tarafından üstlerine basıldığı bir günün cumartesi sabahı, herkes gibi çok önemli gördüğüm ama elektrik faturası yatırmakla bakkaldan ekmek almakla eşdeğer bir işi hallettikten sonra zafer kazanmış komutan edasıyla her zaman oturduğum kafeye gittim. İçecek bir şeyler sipariş ederek beklemeye başladım. "Biz istesek de istemesek de hatta dursak bile bir yol üzerinde gidiyoruz. Belki de savruluyoruz, seçimlerimizin ve seçmediklerimizin yolunda." diye söylenen bir ses duydum. Kafamı, sesin geldiği yöne doğru çevirdiğimde tek başına bir adamın oturuyor olduğunu gördüm. Şaşkın gözlerle onu seyrettiğimi görünce "Af edersiniz." dedi. Belli ki yüksek sesle söylendiğinin farkına yeni varıyordu. Ben de "Önemli değil." diyerek karşılık verdim. Nazik biri olduğu belliydi. Ayaklarının ucunda sırtlanmaya her an hazır gibi duran bir sırt çantası vardı ve önünde de her an çalmasını beklercesine bir telefon duruyordu. Dağınık saçlarına bakınca umursamaz biri olabileceğini düşündüğüm bu adam, sanki öylece kendini dışarı atmış ama bir daha dönüp dönmeyeceğine karar verememiş gibi bir hâl içinde oturuyordu. İçimden, masasına gidip onunla sohbet etmek geldi. Tüm sıradanlığına rağmen, kendisinde beni çeken bir şeyler vardı bu adamın. Biraz durduktan sonra oturduğum sandalyeden kalkıp yanına giderek, masasına oturup oturamayacağımı sordum. Nazik bir dille beni buyur etti. Hiç beklemeden söze atıldım:

-Merhabalar burada mı yaşıyorsunuz?

-Evet, İzmir'de yaşıyordum. 

-Yaşıyordum dediniz, acaba şu an başka bir yerde mi yaşıyorsunuz?

-Hayır, buradan gitme kararı aldım ve sanırım kendimi hiçbir yere ait hissetmeden sadece yürümek, bir yerlere varma hevesinde olmadan yol almak istiyorum.

Kitaptan alıntı yaparcasına ağzından dökülen cümleler ilgimi çekti ve hakkındaki merakım giderek daha da arttı: 

-Siz burada mı yaşıyorsunuz, diye sordu bana. 

-Evet, diye yanıtladım. Doğma büyüme İzmirliyim. 

-Ne güzel, dedi. Pek uzun cevaplar vererek konuşmaktan kaçınıyor gibiydi. Bir anlığına aramızda sessizlik oldu. Tekrardan soru sorup onu konuşturmalıydım zira o konuştukça  merakımı giderebilecektim:

- Sizi, şehri terk etmeye iten sebep neydi?

-Aldığım kararların sonuçları, diyerek yanıtladı sorumu ve bu sefer konuşmaya pek istekliymiş gibi devam etti: "Ben her zaman özgür olmak, kuşlar gibi oradan oraya uçabilmek, hiçbir şeye bağlı olmamak istemiştim. Bir zaman sonra bu isteğimi gerçekleştirdim fakat bu isteğimin gerçekleşmesi benim elimdeki bazı şeyleri yitirmeme sebep oldu.”

Anladığımı belirtmek için başımla onayladım bu sözlerini. Biraz durduktan sonra dayanamayarak çekinceyle sorumu sordum:

-Ne gibi şeylerdi bunlar? 

-Sevdiğim insan tarafından terk edildim. Sorumluluk sahibi olmamakla sadece kendisini düşünen, etrafına karşı umursamaz biri olmakla aile olunamayacağına dair söylemlerle eleştirildim. Düzenli bir işim de yoktu. Bilirsiniz işte, normal insanlar bu şekilde hayat sürerler, bense bunlardan kaçıyordum.  

-Terk edilmiş olmanıza üzüldüm. Eğer sorularımla sizi üzdüysem, lütfen beni bağışlayın.

Yüzüne ufak bir tebessüm kondurarak cevap verdi:

-Önemli değil. Siz, gelip benimle bu sohbeti yapmamış olsaydınız da zaten bunlar benim hep aklımdaydı. Sizin anlayacağınız, bedenimi birçok yere taşıyor olsam da zihnim hep aynı yerde, terk edildiğim o anda. Hiçbir şeye bağlı olmamak isterken daha da bağlanmış oldum. Ve bu bağı, uzaklaşarak koparmak istiyorum. Belki de kopacağını sanıyorum.

-Ben de aslında sizin gibilere imreniyorum biliyor musunuz? Beni de sorumluluklarım boğuyor gibi hissediyorum. Düzenli bir işim var ama kendime ayıracak vaktim yok; evliyim ama daha ziyade bir işletme sahibi gibi ev geçindirme telaşıyla günler geçiyor. Birbirimizin yüzünü zor görüyoruz. Yapmak istediklerini hep ertelemiş, kendine umursamaz ama toplumun gözünde makul biriyim. Siz, sevdiğiniz insanı kaybetmiş olsanız bile seçtiğiniz yolda yürüyebiliyorsunuz.

-Bana imrendiğini söyledin. Benim özgür yolum seni cezbetti. Kimileri de kendi yolunu yürürken hep gözlerini başka yollara dikerler. O yolun, kendi yolundan daha güzel olduğunu söylerler. Ben, sana bunun böyle olmadığını ve yanıldıklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Sen, tüm sorumluluklarından kaçıp benim gibi özgür olmak istiyorsun. Ama ben özgür olmak isterken tutsak olmuş biriyim. Herkes kendinde ne eksikse onu her şey sanıyor galiba. 

-Çok haklısınız dedim, galiba öyle. Hiçbir şey konuşmadan öylece etrafa bakındık. Artık kalkması gerektiğini söyleyerek benden müsaade istedi. Ben de tanıştığımıza çok memnun olduğumu ekledim, aynı sözlerle karşılık verdi o da. Kalkmak için hamle yaptığı sırada dayanamayarak bir soru daha yönelttim kendisine:

- Peki, ama herkes gibi yaşayabilecekken neden yaşamadınız? Böylesi çok daha kolay değil mi? Hem sevdiğinizi de kaybetmemiş olurdunuz.

Kalkmak için yaptığı hamleden vazgeçerek oturdu sandalyesine. Bir süre, yüzüme konuşmadan baktıktan sonra şunları söyledi:

-Belki kolaydır. Şımarık davranmasaydım, kendimi her şeyi yapabilecek güçte görüp baş kaldırmasaydım tüm kabullere, yalnızlığa meydan okumasaydım, bir şekilde yaşardım ama böylesine yaşamak denirse. O zaman ne olurdu biliyor musun? Sevdiğim, beni ben olduğum için değil, onun olması gerektiğini düşündüğü gibi olduğum için seviyor olurdu. Beni en çok yaralayan, bunu fark etmem oldu. 

Son sözlerini de söyleyerek kalktı ve ben ardından bakarken yarı emin yarı kararsız adımlarla yoluna devam etti. O, yoluna giderken ben de kendi masama geçtim. Garsonun masama çoktan bırakmış olduğu içeceği içtikten sonra kafeden ayrıldım. Onun yolu nerede biter bilmiyorum ama benim yolumun yeni başlıyor olduğunu hissediyorum. Eve doğru yürürken, telefonla patronu arayarak istifa ettiğimi bildirdim. Evin kapısına geldiğimde, anahtarım olmasına rağmen zile bastım ve karım kapıyı açtı. O, kapıyı açar açmaz atladım boynuna ve ona sıkıca sarıldım. Önce şaşırdı ama sonra o da sarıldı boynuma. Daha ne olduğunu anlayamadan: "Ben istifa ettim," dedim. Boynumun daha da çok sıkıldığını hissettim, sanırım nefes alamıyordum. Kendime geldiğimde elimde eşyalarım, kafamın yanında duran ufak bir bavulla apartmanın girişinde gözlerimi açtığımda yeni bir yola çıkacağımı anlamıştım. Çok sevdiğim ve beni de çok sevdiğinden şüphe etmediğim karıma bir not bırakıp yolcuya yetişebilme umuduyla ayrıldım evimden: "Biz istesek de istemesek de hatta dursak bile bir yol üzerinde gidiyoruz. Belki de savruluyoruz, seçimlerimizin ve seçmediklerimizin yolunda."

 

 


Post a Comment

Daha yeni Daha eski