Ölmeden önce yapılacaklar


 

Herkesin ölmeden önce bir yapılacaklar listesi olmalı. Fakat ben burada size görülecek yerlerden, izlenecek filmlerden bahsetmeyeceğim. Bahsedeceklerim, belki de herkesin farkında olduğu ama çeşitli sebeplerle yapamadığı, içten içe de yapmak istediği ve hatta zihninde senaryosunu yazıp bir türlü hayata geçiremediği bir listeden bahsedeceğim. Öyle ki bu listedekileri yapamadığımız için kendimize gerek bedensel gerekse ruhsal açıdan zarar verdiğimizin bile farkında değiliz. Kendi mutluluğumuzdan, huzurumuzdan çalıyor olduğumuzun da farkında değiliz. Hepimiz biliyoruz ki hayat kısa. Hatta ne demiş birisi ''hayat kısa kuşlar uçuyor''. Sahiden de öyle ama bu kısalığın içinde kendimizden başka her şeyi herkesi önemseyerek kanatlarımızı serbest bırakamıyoruz. Uçmak istiyor olsak da kanatlarımız, kendi yarattığımız ve yaratılmasına izin verdiğimiz kafesin demir parmaklıklarına çarpıyor. Umarım öyküleyerek anlatmaya çalıştığım listeyi(bu liste, öyküyü okuduktan sonra sizde bıraktığı etkiden başka bir şey değil) dikkate alır ve artık kafesin dışında, kanatlarımızla serbestçe yol alarak bu kısa hayattan gönlümüzce süzülüp geçer gideriz.

Bir ölümlü varmış, olası tüm evrenlerden birinde. Bu ölümlüye, bu evrende biçilen bir süre varmış. İçinde yaşadığı evren, öylesine büyükmüş ki, kendisinin varlığı okyanusta bir damla su kadar bile yer kaplamıyormuş. Ama bu ölümlü, bunun farkında olmadan kendisinin evrende kapladığı yer kadar, öyle küçük şeylerle kendini meşgul ediyormuş ki, öylesine saçma sapan olaylarla kendisini muhatap ediyormuş ki, kendisine biçilen süre dolmaktan utanıyormuş. Ölümlü, bir gün bir rüya görmüş. Rüyasında öldükten sonra yaşadıkları ona gösterilmiş. Ölümlü, izledikleri karşısında kendinden utanmış. Tekrar evrenime dönseydim, bu yaptıklarımın hiçbirini yapmazdım, kendime ne kadar da yazık etmişim, demiş. Sonra bir sıçrayışla uykusundan uyanmış. Kâbuslu gecenin ardından, doğan güneşle birlikte gözlerini açmış ölümlü. Masasının üzerindeki kum saatine bakarak kendisine biçilen sürenin dolmasına daha çok zaman olduğunu görünce keyfi yerine gelmiş. Gece gördüğü rüyayı unutuvermiş. Sabah rutinlerini yaptıktan sonra çalıştığı fabrikasına gitmek üzere evden ayrılmış. Yol boyunca herkesin bir kum saati olduğunu bildiğinden, ölümlülerin yüzlerine bakarak ne kadar sürelerinin kaldığının merakı içinde tahminlerde bulunmaya başlarmış. Kendi süresinden çok başkalarının süresi onu ilgilendirirmiş. Sadece süreleri de değil, ne yaptıkları, nerelere gittikleri; ne yiyip ne içtikleri gibi bir sürü şeylerini merak eder dururmuş. Her şeylerini diğer ölümlülere anlatır, onlar ne derse yapmaya çalışır, onları kırmaktan çok korkarmış. Korku demişken ölümlünün de kendince korkuları varmış ama bunları başka ölümlülere anlatmaktan çekinirmiş. Onların canını sıkmak istemez, onların kendisinden uzaklaşacaklarını düşünürmüş. Fabrikaya geldiğinde, işe başlamasına az bir süre kala, fabrikanın müdürünün kendisini odasında beklediği haberini almış. Hiç vakit kaybetmeden koşar adımlarla odaya doğru hızla ilerlemiş. Müdürü kendisine artık burada çalışamayacağını, bazı sıkıntılardan dolayı işine son vermeleri gerektiğini söylemiş. Bu sıkıntıların onlardan mı yoksa kendinden mi kaynaklandığını bile soramamış ölümlü. Siz nasıl uygun görürseniz efendim diyerek odadan ayrılmış. Akşam olana değin bir parkın banklarında oturmuş ve sadece olup bitenlerin sebeplerini düşünmeye, kendine sorular sorup cevaplarını aramaya başlamış. Bu devinim içinde kendini yiyip bitirirken akşam vakti olunca canı çok sıkkın olduğu için dertleşmek istediği bir arkadaşını aramış. Arkadaşı ona işten yeni çıktığını ve çok yorgun olduğunu söylemiş. Ölümlü, daha neden aradığını arkadaşına söyleyemeden peki o zaman sonra görüşürüz diyerek arkadaşına veda etmiş. Gün boyunca oturduğu parktan ayrılıp evinin yoluna koyulmuş. Ertesi sabah hışımla çalan telefonunun sesine uyanmış. Arayan başka bir arkadaşıymış. Telefonu açtığında artık kendisinin yanında çalışmaya başlayacağını ve orada çalışacağı için çok mutlu olduğunu söyleyen bir ses kulaklarında yankılanmaya başlamış. Arayan arkadaşına, bu habere çok sevindiğini söyledikten sonra kendisinin işten ayrıldığını söylemeye çalışmış olsa da arkadaşı öyle bir heyecanlıymış ki bu müjdeyi kutlamak için kendisini akşam yemeğine davet ederek telefonu kapatmış. Ölümlü, bir süre telefon kulağında dalgın gözlerle duvarları seyre dalmış. Kendisi pek üzgün, bitkin de olsa arkadaşının bu mutlu gününde yanında olmalıymış. Nasıl geçtiğini anlamadan akşamüzeri yaklaşmaktaymış. Üstüne başına bir şeyler alıp dışarıya kendini atmış. Akşam yemeğini yiyecekleri adrese doğru yola koyulmuş. Adrese vardığında arkadaşının henüz gelmediğini görünce masaya geçip sandalyenin ucunda rahatsız görünen bir oturuş şekliyle hafif kambur durarak beklemeye başlamış. Yanına gelen garson, ne alırdınız efendim diye sorunca teşekkür edip, arkadaşını beklediğini belirtip yollamış garsonu. Bir süre sonra arkadaşı, yanında birkaç kişi ile birlikte ölümlünün oturduğu masaya doğru kahkahalar atarak yaklaşmaya başlamış. Ölümlü, onları görünce ne yapacağını bilememiş, elleri titremeye, vücudu terlemeye başlamış. Zaten üzgün olduğu bir zamanda bir de tanımadığı ölümlülerle tanışacak, onlara laf yetiştirmeye çalışacaktı. Üstelik arkadaşının mutluluğuna ortak olurken de kendi mutsuzluğuna merhem arayacaktı. Arkadaşı masaya varır varmaz tanıştırdı yanındakileri ölümlüyle. Ufak bir sohbetten sonra yemekler söylenmek üzere menüyü istediler. Herkes, menüye ufak bir göz attıktan sonra tercih ettiklerini söylemeye başladılar. Bu arada ölümlü hala ne alacağını paylaşmamıştı masadakilerle. Bunun üzerine  sen ne alırsın diye sordular. Onlar menüye göz atarken ölümlü bu gecenin nasıl geçeceğini düşündüğünden, aslında bu gece buraya hiç gelmek istemediğinden seçeceği yemeğe odaklanamamış olacak ki siz ne alırsanız ben de ondan alayım diye döküldü ağzından sözcükler. Onun için ne yediği önemli değildi, kendi tercihleri ona sorulmayalı çok olmuştu. Ne istediğinden ziyade yanındakilerin keyfi onun için daha önemliydi. Bir pot kırmaktan korktuğu ve geceyi, ne konuşacağını, sorulara nasıl cevap vereceğini düşünmekten karnını doyuracağı yemeği bile seçememişti. Garson, herkesin siparişini tek tek aldıktan sonra masadan ayrıldı. Ölümlünün arkadaşı hemen söz alarak işe kabul aldığını, çok mutlu olduğunu bir kez daha yanındakilerle paylaştı Herkes, hep bir ağızdan tebrik ettiler. Saatler ilerlerken yemeğin de sonuna doğru geliniyordu. Ölümlü, yemek boyunca üzgün olduğunu, işten çıkarıldığını belli etmemek için yüzüne sahte gülümsemeyi kondurmuş, iyi bir dinleyici olduğunu masadaki herkese göstermişti. Yeni tanıştığı ölümlüler de onu çok sevdiklerini, mutlaka tekrar görüşmek istediklerini söylediler. Ölümlü, bu duruma çok memnun olmuştu. Neredeyse kendi derdini unutacaktı. Hesabı ödedikten sonra birbirleriyle tokalaşarak ayrıldılar. Ertesi sabah daha da canı sıkkın bir şekilde uyandı ölümlü. Bundan sonra ne yapacaktı, nerede iş bulacaktı. Hem her şey yolunda giderken ne diye çıkarılmıştı işten, tüm bunları anlayamıyordu. Dün gecenin stresi ve yorgunluğu da hala üzerindeydi. Yataktan dışarı çıkmak istemiyordu. Dün gece yaşadıklarını düşünüyor, orada acaba şöyle mi deseydim, şu soruya böyle mi cevap verseydim diye kendi kendiyle konuşuyordu. Kendi derdi yetmezmiş gibi bir de yeni tanıştığı ölümlülerle iletişiminin nasıl olduğunun, kendi hakkında ne düşündüklerinin derdine düşmüştü. Bu sırada telefonu çalmaya başladı. Arayan kişi geçenlerde yorgun olduğu için görüşme davetini kabul etmeyen arkadaşıydı. Bugün tatil olduğundan bizim ölümlüyü arıyor, görüşmek istediğini söylüyordu. Çok vaktim yok ama bir saat bir yerlerde bir şeyler içebiliriz diyordu. Ölümlü, yorgun olmasına rağmen arkadaşını kırmıyor ve kafasını toparlama umuduyla kabul ediyordu daveti. Bu umut olmasaydı yine de kabul ederdi zaten. Bu davete hayır demek onun için yeni dertler, yeni düşünceler demekti. Yorgunluğuna yeni yorgunluklar eklemektense tabii ki arkadaşıyla buluşacaktı. Aslında dün geceki yemekte de diğer arkadaşını kırmayarak oraya gitmişti ama yeni dertlerle baş başa döndü evine. Kendi derdine bir türlü derman bulamamıştı. Hazırlanıp evden çıktı ölümlü. Yoldayken yine kendi sıkıntısını düşünmeye başladı. Daha kimselere söyleyememişti işten ayrıldığını. Arkadaşıyla buluşacakları yere varmak üzereydi. Biraz sonra durağın önünde bekleyen arkadaşını gördü. Nasılsın iyi misin faslından sonra oturacakları mekâna doğru ilerlediler. Arkadaşı, merak etmiş olacak ki geçenlerde beni aradığında sesin pekiyi gelmedi kulağıma, bir sorun yok değil mi diye sordu. Ölümlü, fırsatını yakalamışken, ona onunla ilgili bir şey sorulmuşken bu fırsatı kaçıramazdı. Gidecekleri mekâna oturmayı beklemeden konuşmaya başlamalıydı. Evet, canım oldukça sıkkındı. Beni işten çıkardılar, dedi. Arkadaşı şaşkın gözlerle bakarak çok üzüldüğünü söyledi. Peki, ama neden çıkardılar, diye sordu. Ölümlü, ben de bilmiyorum, diye cevap verdi. Arkadaşı bu cevaba daha çok şaşırmıştı. Az sonra mekâna varıp, bir masaya oturup siparişi verdiler. Bundan sonra ne yapacaksın, diye sordu arkadaşı. Hiçbir fikri olmadığını söyledi. İşten çıkarılmasının sebebini nasıl sormaz, diye geçirdi içinden arkadaşı. Aynı anlarda ölümlünün içinden de madem sesimin kötü olduğunu hatırlıyorsun, o günden beri neden aramadın, neden sormadın, diye sormak geçiyordu. Üstelik bir saatlik vaktim var diye de benimle pazarlık yapıyorsun, diyordu. O sırada arkadaşı, eğer isterse kendi iş yeriyle konuşup belki bir iş ayarlayabileceğini söyledi. Ölümlü, buna çok memnun olmuştu. Teşekkür ederek olabileceğini söyledi. Bunun üzerine arkadaşı, artık kalkması gerektiğini, yapılacak işleri olduğunu söyledi. Ölümlü de nasıl istersen diyerek karşılık verdi. Vedalaşıp ayrıldılar. Ölümlü, eve mi gitsem yoksa biraz yürüsem mi diye, kendini ikilimde bırakan bir soru ile karşı karşıya kaldı. Yürümekte karar kılarak kaldırımdan usulca ilerledi. Bir ara gözü, neşe içerisinde uçurtma uçuran, parkta top oynayan çocuklara kaydı. Bir anlığına durup onları izledi. Kendi çocukluğunu geçirdi içinden. İçi huzurla doldu. Neden hep eskiye özlem duyar insan? Neden önceki geçen yıllarımız hep çok daha güzel gözükür gözümüze? Bu sorular aklında dolanırken yürüyüşüne devam etti. Huzurlu hali çok kısa sürmüştü, çünkü aklına yine şu an işsiz olduğu geldi. Bir anlık bile olsa huzurlu, mutlu olmaktan utanır olmuştu. Hayat, kısa mutlu anlardan ibaretti oysaki. Sürekli mutluluk hali diye bir şey yoktu. Mutluluğu arayanlar ve bulamadığını söyleyenler bu gerçeğin farkında değillerdi. Mutluluk küçük şeylerdeydi ve bu da bir kandırmaca değil gerçeğin kendisiydi. Bugünlerde içine düştüğü sıkıntılı durumun da geçici olduğunu fısıldadı içinden. İnsan böyle anlarda hiç geçmeyecek, hep sürecek gibi hissediyordu. Yalnız bildiği bir şey daha vardı, değişmesi gerekiyordu. Ölümlüleri fazla önemsiyor, onlara hayır diyemiyor, kendinden taviz veriyor; onları memnun edememekten korkuyor, kendi dertlerinden onları sıkmamak adına bahsedemiyor, üstlerine soru sormaya bile çekiniyordu. Bu yüzden de içinde bir sürü cevapsız soruyla olur olmadık düşüncelerle kendini baş başa bırakarak yaşıyordu. Hayır derse kıyamet kopmayacaktı, onu sevmezlerse üzerinde güneş batmayacaktı. Hava kararmak üzereyken kendiyle konuşma haline devam ederek eve gitmek üzere durağa doğru ilerledi. Eve vardığında bir şeyler atıştırdıktan sonra odasına çekildi. Uzun süredir açıp okumadığı, kenarda duran kitaplarına ilişti gözü. Üstleri toz olmuştu. Hemen yanında duran, öğrencilik yıllarında kullandığı çeşit çeşit kalemlerin olduğu kutudan bir kalem aldı. Yoldayken hissettikleri, kendiyle konuşmaları öyle hoşuna gitmişti ki onları yazmaya karar verdi. Yazma alışkanlığı pek yoktu ve uzun zamandır masanın başına oturup eline kalem, kâğıt almamıştı. Zamanında okuduğu kitaplardan, dinlediği programlardan yazmanın iyileştirici gücü olduğu aklına gelmiş olacaktı. Ölümlülerle konuşurken tam olarak kendi olamadığını biliyordu. Oysa yazarken tam anlamıyla kendiydi ve sonradan yazdıklarını okurken kendini daha iyi anlayacağını ve tanıyacağını biliyordu. İyi ki bugün eve gitmektense yürümeyi tercih etmişti ve iyi ki parkta oynayan çocukları görmüştü. Bir anlık yaşadığı duygular, onu yazmaya sevk etmişti. Kendine şu aralar iyi gelecek olan şeyi bulmuş gibiydi. Ölümlülerle konuşmaktansa yazarak kendiyle konuşmak, ona çok iyi geldi. Her akşam yazmayı devam ettirdi. Bir akşam tam yazmaya oturacağı sırada telefonu çaldı. Arayan, çıkarıldığı fabrikada işe başlayacağı arkadaşıydı. Telefonu açmadan önce neden aradığını anlamış gibiydi. Arkadaşı kendisini işte göremeyince bunun nedenini soracağını tahmin ediyordu. Telefonu açtı. Arkadaşı, nasıl olduğunu, bugün işe başladığını, öğlen arası kendisini yemekte göremeyince merak ettiği için aradığını söyledi. Ölümlü, işten çıkarıldığını söyledi. Arkadaşı, çok üzüldüğünü belirterek nedenini sordu. Bilmediğini ve anlam veremediğini söyledi. Bilmiyor oluşuna şaşırmıştı arkadaşı ve neden sebebini sormadığını, bu durumu neden sorgulamadan kabullendiğini sordu. Ölümlü ise daha fazla bu konuyu konuşmak istemediğini ve başka bir söyleyeceğinin olup olmadığını sordu. Arkadaşı ise en kısa zamanda görüşmek istediğini söyleyerek telefonu kapattı. Ölümlü biraz durduktan sonra böyle bir telefon görüşmesi sonlandırdığı için kendine şaşırmıştı. Önceden olsa böyle davranmazdım, dedi. Üstelik böyle davrandığı için arkadaşı onu terslememişti. Şu an bu konuda konuşmak istemediğini anlayışla karşılayarak daha sonra görüşmek istediğini belirterek telefonu kapatmıştı. Biraz sonra, günlerdir rutin halinde getirdiği yazma işine koyuldu. Bir süre sonra masada duran kum saatine baktı. Yazarken sanki zaman duruyor gibi hissetti. Sevdiğin şeylerle meşgul olunca böyle olurmuş. Zamanın göreceliliğinin güzelliği buradaydı. Eğer, sevdiğiniz şeylerle meşgul olursanız, zaman size verim olarak döner. Kendinin akmakta olduğunu unutturarak adeta size karşı yavaşlatır kendini. Yazmaya başladıktan sonra fark ettiği şeylerden biriydi bu. Bundan önce fark ettiği ise bir ölümlüye bir memnuniyetsizliğini belirttiğinde anlaşılamayacağını, reddedileceğini düşünmesinin her zaman geçerli olmayabileceğiydi. Ölümlüleri fazla ciddiye aldığından, onları kendinden üstün gördüğünden, onlara soru bile soramıyordu. Hala kafasında işten neden çıkarıldığı vardı. Yarın gidip müdürüyle görüşecek ve işten hangi sebeple çıkarıldığını soracaktı. Bunun için cesaretini toplayabilecek kadar kendi kendiyle baş başa kalmış, duygularını yazmak onu rahatlatmış ve daha sağlıklı düşünmesinin önünü açmıştı. Bir an, bunun ne önemi olacağını sorguladı. Sonuç olarak işten çıkarılmıştı ve bunun hangi sebeple olduğunun bir önemi yok diye düşündü. Sonra, yine içindeki başka biri konuşuyormuş gibi fısıldadı. Sebebini öğrenmek benim en doğal hakkım. Üstelik ben kendi korkularımın, çekincelerimin üstüne gitmiş ve böylelikle bunları aşabilmenin ilk adımını atmış olacağım. Bir kaç şey daha karaladıktan sonra defterini kapattı ve uyumak üzere yatağına uzandı. Yeni gün, sanki bir başka doğmuştu ölümlü için. Güneş bir başka parlıyordu, kuşlar bir başka ötüyordu. Heyecan ile endişe bir arada bulunuyordu ruhunda. Kahvaltısını edip giyindikten sonra, bir süre önce işine son verilen fabrikaya doğru yola çıktı. Fabrikanın giriş kapısına yaklaştıkça içini yapamayacağına dair bir endişe sardı. Konuşmayı unutmuş gibi hissetti. Kendini toparlamak için bir süre olduğu yerde bekledi. Derin bir nefes alarak, nefesine odaklanarak durmaksızın ilerledi. Böylece endişeyi biraz olsun bastırabilmişti. Müdürün kapısının önüne geldiğinde hiç durmadan kapıyı tıklatarak içeri girdi. Konuşmak yerine sadece hafif bir tebessümle baş selamı vermekle yetindi ölümlü. Müdürü, anlamsız bir ifade ile bir süre yüzüne baktıktan sonra oturması için el işareti yaptı. Ölümlü, teşekkür ederek oturdu. Gelme sebebinin, işten hangi sebeple çıkarıldığını öğrenmek olduğunu, kısık bir sesle söyledi. Aslında bunu öğrenmekten ziyade şu an kendine meydan okuyor ve korkularının üzerine gidiyordu ölümlü. Daha çok bu sebeple buraya gelmişti. Müdürü, hiç beklemeden çıkarılma sebebinin eleman fazlalığı olduğunu söyledi. Ölümlü, işinde iyi olduğunu biliyordu. Çıkarılması gerekenin kendisi olduğuna nasıl karar vermişlerdi, bunu sordu müdürüne. Gayet iyi gidiyordu ölümlü. Müdürünün cevabını beklerken gözlerinin içine bakmayı da ihmal etmiyordu. Okuduğu iletişim teknikleri, beden dili kitaplarından bunu biliyordu. Aslında teorik bilgisi olmasına rağmen pratikte başarı sağlayamayan biriydi ölümlü. Artık yavaş yavaş bildiklerini hayata geçirmeye başladığını hissediyor, kendindeki değişimi görebiliyordu. Müdürü, toplantısı olduğunu söyleyerek daha sonra tekrar uğramasını, o zaman kendisiyle konuşabileceğini söyleyerek odadan çıktı. Ölümlü, bu duruma hiç bozulmadı. Zaten olan olmuştu, işten çıkarılmıştı bir kere. O istediği şeyi elde etmişti. Kendi korkusuyla yüzleşmiş, korkulacak bir şey olmadığını görmüştü. Kapıdan çıkarken fabrikada işe başlayan arkadaşıyla koridorda göz göze geldi. Arkadaşı koşar adımlarla yanına giderek tokalaştılar ve burada ne aradığını sordu. Ölümlü, müdürle ufak bir görüşme yaptığını, önemli bir şey olmadığını söyledi. Hemen ardından işine alışabildin mi nasıl gidiyor diye sordu arkadaşına. Arkadaşı, şimdilik her şeyin yolunda olduğunu söyledi. Ölümlü, sevindiğini söyledi. Arkadaşı da bundan sonra ne yapacağını sorduğu sırada, kolay gelsin sonra görüşürüz diyerek çıkış kapısına doğru ilerledi ölümlü. Arkadaşı da sonra görüşürüz diyebildi sadece. Ölümlünün gidişini izledikten sonra, işine döndü. Yol boyunca yürüdü. Nereye gittiğinin bir önemi olmadan, yolun onu çıkaracağı yollara bıraktı kendini. En son böyle yaptığında çok iyi gelmişti. Artık bunu sık sık yapacağını biliyordu. Az önce, müdürüyle yaşadığı diyalogu çoktan unutmuş gibiydi. Ağzından çıkanların, müdürün verdiği cevapların hiçbirisiyle ilgilenmemiş, sadece yürüyüşüne odaklanmış, bedeninin her bir parçasını hissetmeye çalışmıştı. Az ileride bir kumru kuşunun, kanat çırpmakta olduğunu ama uçamadığını gördü. Ne olduğunu anlamak için yanına doğru yürümeye başladı. Kumrunun, hemen yanındaki çukurda az sayılamayacak kadar su birikintisi ile dolu olduğunu gördü. Muhtemelen su içmek isterken çukurun içindeki suya düşerek ıslanmıştı ve ıslanan kanatları kuruyana kadar da uçamayacaktı. Herhangi bir kedi, kumruya zarar vermesin diye kuşun tekrar uçmak için gücünü toplamasını bekledi. Çok geçmeden kumru hızla çırptığı kanatlarının yardımıyla doğanın kucağına doğru bıraktı kendini. Uçuşunu bir süre izledikten sonra gözden kayboldu kumru. Bu sıradan olay, ölümlüyü düşündürdü. Az önce bir kedi, kumruyu çok rahat yiyebilir, kum saatini birden doldurabilirdi. Üzerinde ağırlık yapan suyun vermiş olduğu ıslaklık, etkisini yitirince eski hafifliğine döndü ve kendini buldu diye geçirdi içinden. Kumrunun uçmasını engelleyen suyun onu ıslatmasaydı ama aynı zamanda hayatta kalmasını sağlayan da o suydu. Hem ona muhtaçtı ama muhtaç olduğu o şey kendi sonunu da getirebilirdi. Kafasında kurduğu olumsuz düşüncelerden kendini soyutlamaya çabaladığından beri farkındalığının arttığını hissediyordu. Bunda en büyük pay şüphesiz yazmaktı. Bu sayede kendine dışardan bir göz olarak bakabilmişti. Eve gitmek için durağa yöneldiği sırada telefonu çaldı. Arayan, isterse kendisine çalıştığı yerde iş bulabileceğini söyleyen arkadaşıydı. Patronlarıyla konuşmuş, ölümlüye uygun bir pozisyon olduğunu ve görüşmeye gelebileceğini söylediklerini haber veriyordu. Bu haberi duyan ölümlü, çok sevindiğini belirterek arkadaşına çok teşekkür ettiğini söyledi. Müsaitse hemen yarın gelebileceğini söyleyen arkadaşına, erkenden orada olacağım diyerek cevap verdi. Yarın görüşürüz diyerek kapattılar telefonları. Ölümlü, evine neşe içinde vardı. Akşam yemeğini yedikten sonra yarın görüşmeye giderken giyeceklerini hazırladı. Daha sonra masasının başına geçerek bugün yaşadıklarını yazmaya başladı. Yatmasına yakın bir süre kala defterine yazdığı son cümleleri şöyleydi. Eksiklerimi oldurdukça barıştım yanımdakilerle. Yüzleştikçe kendimle önüm aydınlandı günden güne. Debelenip durduğum zihin labirentinde yolumu buldum...  

 


21 Yorumlar

  1. oh ya iyi bitti :) barıştı, iş buldu, güzel :) hayat devam ediyor :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. gözlerinize sağlık:) bu sefer iyi bitsin istedim :))

      Sil
  2. "Üstelik arkadaşının mutluluğuna ortak olurken de kendi mutsuzluğuna merhem arayacaktı." Hayatta mutluluğa giden yolu tek cümleyle özetlemişsiniz. Kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil
  3. Merhabalar.
    Öykünüzü okudum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öykünüzün okunurluğunu kolaylaştırmak için parağraflara ayırmış olsaydınız, daha rahat bir okuma imkanı sağlamış olurdunuz. Her ne kadar yukarıda öyküyü okuduğuma dair bir yorum yazdıysam da, öyküyü tekrar okumak için tekrar geleceğim. Yazılan yorumun doğrudan yayına girip girmediğini kontrol etmek için yukarıdaki kısa yorumu yazdım.

      Ölmeden önce yapılacaklar konusuna tekrar dönmek üzere, şimdilik hoşçakalın.
      Sağlıcakla ve esen kalın.

      Sil
    2. Tavsiye için teşekkürler🙂 okuduktan sonra düşüncelerinizi okumayı isterim👋👋

      Sil
  4. akıcı bir hikayeydi, sonunda bir umut ışığının olması da ayrı güzel:)
    yazmak eyleminin iyileştirici bir etkisi oluyor.. teşekkürler:)

    YanıtlaSil
  5. Merhabalar.
    Konunun başlığı önce, okuyucuyu başka bir beklenti içine çekiyor. Ancak, konuya verilen başlığın, okuyucuyu bu hikayeyi okumaya davet etmesi de yazarın bu işi bildiğinin bir işareti olarak kabul etmek gerekir. Yazının içinden aldığım ve aşağıda paylaştığım bölüm, konunun başka bir alanı olsa da, benim de çok üstünde durduğum bir alandır. "...Neden hep eskiye özlem duyar insan? Neden önceki geçen yıllarımız hep çok daha güzel gözükür gözümüze?..." İşte bu soruya verilen cevaplar hemen hemen aynı olmakla birlikte, işin ilginç yanı farklıdır. Şu anda yaşadığımız an, geçtikten sonra iyi de olsa, kötü de olsa, geçmişte kalacağı için, acılarının ya da sevinçlerinin pek etkisi kalmadığı için, yaşadığımız anın kötü taraflarında iken, hep o geçmişe özlem duyarız. Geçmiş, bizim için hep özlenen ve yeniden yaşanıldığında sevinç duyacağımız ve haz alacağımız bir zaman dilimidir.

    Asıl konunun anafikrine gelecek olursak: Ölmeden önce yapacağımız tek şey, hem kendimizle, hem de çevremizle barışık yaşamanın yollarını araştırıp, barış içinde yaşamaktır. Barış içinde yaşanan hayat, ölmeden önce yapacağımız tek şey olmalıdır. Çünkü barış içinde yaşanılan ömür, aynı zamanda bizim diğer dünyamızın da teminatı olacaktır.
    Kaleminize, yüreğinize sağlıklar dilerim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok güzel ifade etmissiniz düşüncelerinizi, çok teşekkür ediyorum🙂 👋

      Sil
  6. On point. So true. I agree.

    YanıtlaSil
  7. Çok beğendim, sonu daha çok hoşuma gitti:) Kaleminize sağlık:)

    YanıtlaSil
  8. Çok güzeldi, elinize sağlık, düşündürücü gerçekten:)

    YanıtlaSil
  9. Güzel bir anekdottu, elinize sağlık.. ama gidilecek yol bitmiyor ta ki ölene kadar :)
    Sevgiler,

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski