Yeni bir sabaha daha gözlerimi açıyorum. Penceremden içeri sızan güneş yüzümü aydınlatıyor. Bana her gün yeniden başlamanın mümkün olduğunu anlatmak istiyor sanki. Doğadan ilham alınacak çok şey var biliyorum. Boş bakan gözler ve çalkantılı bir zihinle tavanı seyrediyorum. Artık kalksam iyi olacak diyorum kendi kendime. Bir yandan da bugün ne yapacağımı düşünüyorum. Ulaşmak istediğim ve daha önce bu yolda tökezleyip düştüğüm hayallerimi hatırlatıyor zihnim. Kendi kendimle konuşmam başlıyor yeniden. Ne yapmalı? Hayallerime giden yolda, güneş her gün nasıl kararlılıkla doğuyorsa bende öyle kararlı olmalıyım diyorum. Sonra acı söyleyen bir dost edasıyla düşünceler uğruyor zihnime. Güneş her gün batıyor da diyorlar bana. Ne anlatmak istiyorsunuz diyorum? Bazen fazla ısrar etmemeli ve tadında bırakmayı bilmeli diyorlar. Hayır diyorum. Vazgeçmeyeceğim! Apar topar giyinip kendimi dışarıya atıyorum. Yürümek, hiç durmadan yürümek ve etrafımdan ilham alacağım bir şeylere denk gelmek istiyorum. Ağır adımlarla yürümeye başlıyorum. Evinin balkonunda oturmuş, yıllara meydan okuyan yorgun gözleriyle, aşağıda top oynayan çocukları seyreden Ayşe Teyze çarpıyor gözüme. Bin bir zahmetle ördüğünü düşündüğüm yeleğini de geçirmiş üstüne. Şimdi kim bilir aklından neler geçiyordur diye düşünüyorum. Hayallerini gerçekleştirebilmiş midir acaba? Onların peşinden kararlılıkla gidebilme cesaretini gösterebilmiş midir? Belki de şimdiki aklım olsa istediğim şeyleri yapar, hayallerimin peşinden koşardım diye hayıflanıyordur, top peşinde koşan çocukları seyrederken. İşte diyorum kendime, yaşlandığında bir köşede oturup hayıflanmak mı istiyorsun yoksa düşe kalka da olsa neşeyle top peşinde koşan çocuklar gibi hayallerinin peşinde koşmak mı? Bir yandan yürümeye devam ederken bir yandan da etrafımı süzüp kendimle konuşmama devam ediyorum. İnsan bir an olsun kendiyle konuşmadan duramaz mı? Ben duramadığım için herkesi kendim gibi sanma yanılgısına kapılarak onların da duramayacaklarına ikna ediyorum kendimi. İnsan bunu sıkça yapıyor. Kendimizi bir şeylere ikna etmek istiyorsak eğer beynimizi kolaylıkla kandırabiliyoruz. Bu muhteşem organ hem çok mükemmel hem çok saf diye geçiriyorum içimden. Az ilerimde her şeyi bilen Erdal Bakkal ile göz göze geliyorum. Yanına gelmem için elleriyle beni işaret ediyor. Yanına doğru gidiyorum. Nasılsın iyi misin faslı biter bitmez bana ‘’Ne oldu o iş,’’ diye soruyor. Anlamamazlıktan geliyorum önce ama sorusunu kararlılıkla yineliyor. ‘’Hani çok istediğin bir şey vardı oldu mu o,’’ diyor. Kısık bir ses ile olmadığını söylüyorum. Yüzümü görseniz sorudan da verdiğim cevaptan da hoşlanmadığımı anlayabilirsiniz. Kendinden emin bir şekilde, alaycı bir tavır takınarak neden olamayacağını anlatmaya başlıyor bana. Dedim ya her şeyi biliyor. Ben de o sırada Erdal Bakkal gibi insanların bende düşündürdüklerini aklımdan geçirmeye başlıyorum. İstiyorlar ki bilindik yolların dışına çıkmayalım. Herkes hangi yoldan gitmişse biz de o yolu takip edelim. Böyle yapmadığımızda hor görülmeye, eleştirilmeye ve belki de kınanmaya başlıyoruz. Bu insanlar, ailenin, toplumun onlara dayattığı yolu istemeyerek ya da istemediklerinin farkında bile olmayarak yürümüş insanlar oluyor genellikle. Olması gerekenin onlara dayatılan şey olduğunu düşünerek yaşamış ve kendi yolunu seçmenin ne demek olduğunu dahi bilmeyen insanlar. Tıpkı benim gibi kendi yolunu kendisi çizmek arzusunda olanları gördüklerinde, gemiyi kıyıya yanaştırıp yanaştıramadığımıza odaklandıkları ama dalgalarla nasıl mücadele ettiğimizi bilmedikleri veya görmezden geldikleri için kendilerine yapılanları yapmaya başlıyorlar. Bize bir yol çizme telaşı ile yanıp tutuşuyorlar. Bilindik yollara sapmamızı ve o yolların dışına çıkmamamızı öğütlüyorlar. Kendilerinin cesaret edemediğini cesaret edenleri gördüklerinde, desteklemek akıllarına gelmediği gibi bilirkişi edasıyla yaptıkları konuşmalarla köstek olduklarının da farkına varmıyorlar. Yıllar sonra yanlış yaptıklarını anladıkları ve bu durumu kendilerine itiraf etmekten korktukları için yaşadıklarının üstünü bu sayede örtmeye çalışıyorlar belki de. Ama biliyorum ki içten içe benim gibi olanlara hayranlık duyuyorlar. Kendimle konuşmak insanlarla konuşmaktan daha iyi geliyor bana. Onların hikâyelerini kendimce yorumlamak ve sonunda kendimi destekleyici sonuçlar çıkarmak rahatlatıyor beni. Onlar konuşmaya başladıklarındaysa ağızlarından çıkan kelimeler içimdeki umuda saldırıyor. Kulaklarıma parola koymak geliyor içimden. Parolamı bilmeyen kelimeler giremez içeri. Benim parolam bir tutam anlaşılabilmek. Kendi kendime kendimle olan savaşımı verirken dışarıdan gelen seslere olabildiğince tıkıyorum kulaklarımı. Bu savaş, kendi hayatımın mimarı olma savaşı. Kendinle konuşuyorsun öyleyse varsın diyorum kendime. Hayallerimin peşinden güneşin her gün batsa da yeniden doğmakta gösterdiği kararlılıktan ilham alarak yoluma devam edeceğim diyorum. İçimden bir yerlerden bir ses onaylıyor beni, tüm ruhumla hissediyorum. Erdal Bakkal konuşmaya devam ederken müşterilerinden biri geliyor. Derin bir oh çekiyorum. Fırsatını yakalamışken ’’Ben artık gideyim Erdal Abi,’’ diyorum. Hiç sanmasam da hâlimden anlamışçasına hiç ısrar etmiyor ‘’Peki,’’ diyor ‘’kendine iyi bak.’’ ‘’Sende,’’ diyerek evimin yolunu tutuyorum. O da gelen müşterisiyle ilgilenmek üzere içeri giriyor. Mutlaka ona da söyleyecek bir çift sözü vardır bizim Erdal Bakkalın… İçeri girip kilitliyorum kapımı. Güneş batmak üzere… Kitaplığımın yanındaki koltuğa atıyorum kendimi. Elimi attığımda ilk gelen kitabın sayfalarını rastgele açıyor ve okumaya başlıyorum: ‘’İnat etmeli insan, başkasının isteklerinden kendini koruduğu bir inat. Varsın bu hayat başka birinin planladığından daha kötü daha yoksun olsun ama nasıl olursa olsun kendisinin olsun.’’ İçimdeki ses ile konuşmam bu cümlelerle tamamlanıyor. Zihnim durağan, düşüncelerim kendinden emin. Yeni bir sabaha gözlerimi açmak, yeni başlangıçlar yapmak için sabırsızlanarak huzurla giriyorum yatağa…
Yeni bir sabaha daha gözlerimi açıyorum. Penceremden içeri sızan güneş yüzümü aydınlatıyor. Bana her gün yeniden başlamanın mümkün olduğunu anlatmak istiyor sanki. Doğadan ilham alınacak çok şey var biliyorum. Boş bakan gözler ve çalkantılı bir zihinle tavanı seyrediyorum. Artık kalksam iyi olacak diyorum kendi kendime. Bir yandan da bugün ne yapacağımı düşünüyorum. Ulaşmak istediğim ve daha önce bu yolda tökezleyip düştüğüm hayallerimi hatırlatıyor zihnim. Kendi kendimle konuşmam başlıyor yeniden. Ne yapmalı? Hayallerime giden yolda, güneş her gün nasıl kararlılıkla doğuyorsa bende öyle kararlı olmalıyım diyorum. Sonra acı söyleyen bir dost edasıyla düşünceler uğruyor zihnime. Güneş her gün batıyor da diyorlar bana. Ne anlatmak istiyorsunuz diyorum? Bazen fazla ısrar etmemeli ve tadında bırakmayı bilmeli diyorlar. Hayır diyorum. Vazgeçmeyeceğim! Apar topar giyinip kendimi dışarıya atıyorum. Yürümek, hiç durmadan yürümek ve etrafımdan ilham alacağım bir şeylere denk gelmek istiyorum. Ağır adımlarla yürümeye başlıyorum. Evinin balkonunda oturmuş, yıllara meydan okuyan yorgun gözleriyle, aşağıda top oynayan çocukları seyreden Ayşe Teyze çarpıyor gözüme. Bin bir zahmetle ördüğünü düşündüğüm yeleğini de geçirmiş üstüne. Şimdi kim bilir aklından neler geçiyordur diye düşünüyorum. Hayallerini gerçekleştirebilmiş midir acaba? Onların peşinden kararlılıkla gidebilme cesaretini gösterebilmiş midir? Belki de şimdiki aklım olsa istediğim şeyleri yapar, hayallerimin peşinden koşardım diye hayıflanıyordur, top peşinde koşan çocukları seyrederken. İşte diyorum kendime, yaşlandığında bir köşede oturup hayıflanmak mı istiyorsun yoksa düşe kalka da olsa neşeyle top peşinde koşan çocuklar gibi hayallerinin peşinde koşmak mı? Bir yandan yürümeye devam ederken bir yandan da etrafımı süzüp kendimle konuşmama devam ediyorum. İnsan bir an olsun kendiyle konuşmadan duramaz mı? Ben duramadığım için herkesi kendim gibi sanma yanılgısına kapılarak onların da duramayacaklarına ikna ediyorum kendimi. İnsan bunu sıkça yapıyor. Kendimizi bir şeylere ikna etmek istiyorsak eğer beynimizi kolaylıkla kandırabiliyoruz. Bu muhteşem organ hem çok mükemmel hem çok saf diye geçiriyorum içimden. Az ilerimde her şeyi bilen Erdal Bakkal ile göz göze geliyorum. Yanına gelmem için elleriyle beni işaret ediyor. Yanına doğru gidiyorum. Nasılsın iyi misin faslı biter bitmez bana ‘’Ne oldu o iş,’’ diye soruyor. Anlamamazlıktan geliyorum önce ama sorusunu kararlılıkla yineliyor. ‘’Hani çok istediğin bir şey vardı oldu mu o,’’ diyor. Kısık bir ses ile olmadığını söylüyorum. Yüzümü görseniz sorudan da verdiğim cevaptan da hoşlanmadığımı anlayabilirsiniz. Kendinden emin bir şekilde, alaycı bir tavır takınarak neden olamayacağını anlatmaya başlıyor bana. Dedim ya her şeyi biliyor. Ben de o sırada Erdal Bakkal gibi insanların bende düşündürdüklerini aklımdan geçirmeye başlıyorum. İstiyorlar ki bilindik yolların dışına çıkmayalım. Herkes hangi yoldan gitmişse biz de o yolu takip edelim. Böyle yapmadığımızda hor görülmeye, eleştirilmeye ve belki de kınanmaya başlıyoruz. Bu insanlar, ailenin, toplumun onlara dayattığı yolu istemeyerek ya da istemediklerinin farkında bile olmayarak yürümüş insanlar oluyor genellikle. Olması gerekenin onlara dayatılan şey olduğunu düşünerek yaşamış ve kendi yolunu seçmenin ne demek olduğunu dahi bilmeyen insanlar. Tıpkı benim gibi kendi yolunu kendisi çizmek arzusunda olanları gördüklerinde, gemiyi kıyıya yanaştırıp yanaştıramadığımıza odaklandıkları ama dalgalarla nasıl mücadele ettiğimizi bilmedikleri veya görmezden geldikleri için kendilerine yapılanları yapmaya başlıyorlar. Bize bir yol çizme telaşı ile yanıp tutuşuyorlar. Bilindik yollara sapmamızı ve o yolların dışına çıkmamamızı öğütlüyorlar. Kendilerinin cesaret edemediğini cesaret edenleri gördüklerinde, desteklemek akıllarına gelmediği gibi bilirkişi edasıyla yaptıkları konuşmalarla köstek olduklarının da farkına varmıyorlar. Yıllar sonra yanlış yaptıklarını anladıkları ve bu durumu kendilerine itiraf etmekten korktukları için yaşadıklarının üstünü bu sayede örtmeye çalışıyorlar belki de. Ama biliyorum ki içten içe benim gibi olanlara hayranlık duyuyorlar. Kendimle konuşmak insanlarla konuşmaktan daha iyi geliyor bana. Onların hikâyelerini kendimce yorumlamak ve sonunda kendimi destekleyici sonuçlar çıkarmak rahatlatıyor beni. Onlar konuşmaya başladıklarındaysa ağızlarından çıkan kelimeler içimdeki umuda saldırıyor. Kulaklarıma parola koymak geliyor içimden. Parolamı bilmeyen kelimeler giremez içeri. Benim parolam bir tutam anlaşılabilmek. Kendi kendime kendimle olan savaşımı verirken dışarıdan gelen seslere olabildiğince tıkıyorum kulaklarımı. Bu savaş, kendi hayatımın mimarı olma savaşı. Kendinle konuşuyorsun öyleyse varsın diyorum kendime. Hayallerimin peşinden güneşin her gün batsa da yeniden doğmakta gösterdiği kararlılıktan ilham alarak yoluma devam edeceğim diyorum. İçimden bir yerlerden bir ses onaylıyor beni, tüm ruhumla hissediyorum. Erdal Bakkal konuşmaya devam ederken müşterilerinden biri geliyor. Derin bir oh çekiyorum. Fırsatını yakalamışken ’’Ben artık gideyim Erdal Abi,’’ diyorum. Hiç sanmasam da hâlimden anlamışçasına hiç ısrar etmiyor ‘’Peki,’’ diyor ‘’kendine iyi bak.’’ ‘’Sende,’’ diyerek evimin yolunu tutuyorum. O da gelen müşterisiyle ilgilenmek üzere içeri giriyor. Mutlaka ona da söyleyecek bir çift sözü vardır bizim Erdal Bakkalın… İçeri girip kilitliyorum kapımı. Güneş batmak üzere… Kitaplığımın yanındaki koltuğa atıyorum kendimi. Elimi attığımda ilk gelen kitabın sayfalarını rastgele açıyor ve okumaya başlıyorum: ‘’İnat etmeli insan, başkasının isteklerinden kendini koruduğu bir inat. Varsın bu hayat başka birinin planladığından daha kötü daha yoksun olsun ama nasıl olursa olsun kendisinin olsun.’’ İçimdeki ses ile konuşmam bu cümlelerle tamamlanıyor. Zihnim durağan, düşüncelerim kendinden emin. Yeni bir sabaha gözlerimi açmak, yeni başlangıçlar yapmak için sabırsızlanarak huzurla giriyorum yatağa…
Uzun zamandır böyle içimi ısıtan anlamlı bir yazı okumamıştım elinize sağlık. Yazacağınız öyküleri heyecanla bekliyor olacağım :)
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Faydalı olduysa ne mutlu :)
YanıtlaSilEmeğinize sağlık, gerçekçi bir öykü olmuş. İnsanlar hee şeye çok karışıyor ve senin nasıl çabaladığını hiç göremiyor. Hayaller güzelse pes etmemek lazım. :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim:) evet maalesef öyleler. Pes etmeden devam🙂👍
Silyeni başlangıçlar bazen o kadar zorluyor ki insanı
YanıtlaSilEvet, ama geriye dönüp baktığımızda keşke demek yerine iyi ki demek düşüncesi o zorluklara katlanabilmeyi sağlamalı diye düşünüyorum.
YanıtlaSilYorum Gönder