Herkesin ölmeden önce bir yapılacaklar listesi olmalı. Fakat ben burada
size görülecek yerlerden, izlenecek filmlerden bahsetmeyeceğim.
Bahsedeceklerim, belki de herkesin farkında olduğu ama çeşitli sebeplerle
yapamadığı, içten içe de yapmak istediği ve hatta zihninde senaryosunu yazıp
bir türlü hayata geçiremediği bir listeden bahsedeceğim. Öyle ki bu
listedekileri yapamadığımız için kendimize gerek bedensel gerekse ruhsal açıdan
zarar verdiğimizin bile farkında değiliz. Kendi mutluluğumuzdan, huzurumuzdan
çalıyor olduğumuzun da farkında değiliz. Hepimiz biliyoruz ki hayat kısa. Hatta
ne demiş birisi ''hayat kısa kuşlar uçuyor''. Sahiden de öyle ama bu kısalığın
içinde kendimizden başka her şeyi herkesi önemseyerek kanatlarımızı serbest
bırakamıyoruz. Uçmak istiyor olsak da kanatlarımız, kendi yarattığımız ve yaratılmasına
izin verdiğimiz kafesin demir parmaklıklarına çarpıyor. Umarım öyküleyerek
anlatmaya çalıştığım listeyi(bu liste, öyküyü okuduktan sonra sizde bıraktığı
etkiden başka bir şey değil) dikkate alır ve artık kafesin dışında,
kanatlarımızla serbestçe yol alarak bu kısa hayattan gönlümüzce süzülüp geçer
gideriz.
Bir ölümlü varmış, olası tüm evrenlerden birinde. Bu ölümlüye, bu evrende
biçilen bir süre varmış. İçinde yaşadığı evren, öylesine büyükmüş ki,
kendisinin varlığı okyanusta bir damla su kadar bile yer kaplamıyormuş. Ama bu
ölümlü, bunun farkında olmadan kendisinin evrende kapladığı yer kadar, öyle
küçük şeylerle kendini meşgul ediyormuş ki, öylesine saçma sapan olaylarla
kendisini muhatap ediyormuş ki, kendisine biçilen süre dolmaktan utanıyormuş. Ölümlü,
bir gün bir rüya görmüş. Rüyasında öldükten sonra yaşadıkları ona gösterilmiş.
Ölümlü, izledikleri karşısında kendinden utanmış. Tekrar evrenime dönseydim, bu
yaptıklarımın hiçbirini yapmazdım, kendime ne kadar da yazık etmişim, demiş.
Sonra bir sıçrayışla uykusundan uyanmış. Kâbuslu gecenin ardından, doğan
güneşle birlikte gözlerini açmış ölümlü. Masasının üzerindeki kum saatine
bakarak kendisine biçilen sürenin dolmasına daha çok zaman olduğunu görünce
keyfi yerine gelmiş. Gece gördüğü rüyayı unutuvermiş. Sabah rutinlerini
yaptıktan sonra çalıştığı fabrikasına gitmek üzere evden ayrılmış. Yol boyunca
herkesin bir kum saati olduğunu bildiğinden, ölümlülerin yüzlerine bakarak ne
kadar sürelerinin kaldığının merakı içinde tahminlerde bulunmaya başlarmış.
Kendi süresinden çok başkalarının süresi onu ilgilendirirmiş. Sadece süreleri
de değil, ne yaptıkları, nerelere gittikleri; ne yiyip ne içtikleri gibi bir
sürü şeylerini merak eder dururmuş. Her şeylerini diğer ölümlülere anlatır,
onlar ne derse yapmaya çalışır, onları kırmaktan çok korkarmış. Korku demişken
ölümlünün de kendince korkuları varmış ama bunları başka ölümlülere anlatmaktan
çekinirmiş. Onların canını sıkmak istemez, onların kendisinden
uzaklaşacaklarını düşünürmüş. Fabrikaya geldiğinde, işe başlamasına az bir süre
kala, fabrikanın müdürünün kendisini odasında beklediği haberini almış. Hiç
vakit kaybetmeden koşar adımlarla odaya doğru hızla ilerlemiş. Müdürü kendisine
artık burada çalışamayacağını, bazı sıkıntılardan dolayı işine son vermeleri
gerektiğini söylemiş. Bu sıkıntıların onlardan mı yoksa kendinden mi
kaynaklandığını bile soramamış ölümlü. Siz nasıl uygun görürseniz efendim
diyerek odadan ayrılmış. Akşam olana değin bir parkın banklarında oturmuş ve
sadece olup bitenlerin sebeplerini düşünmeye, kendine sorular sorup cevaplarını
aramaya başlamış. Bu devinim içinde kendini yiyip bitirirken akşam vakti olunca
canı çok sıkkın olduğu için dertleşmek istediği bir arkadaşını aramış. Arkadaşı
ona işten yeni çıktığını ve çok yorgun olduğunu söylemiş. Ölümlü, daha neden
aradığını arkadaşına söyleyemeden peki o zaman sonra görüşürüz diyerek
arkadaşına veda etmiş. Gün boyunca oturduğu parktan ayrılıp evinin yoluna
koyulmuş. Ertesi sabah hışımla çalan telefonunun sesine uyanmış. Arayan başka
bir arkadaşıymış. Telefonu açtığında artık kendisinin yanında çalışmaya
başlayacağını ve orada çalışacağı için çok mutlu olduğunu söyleyen bir ses
kulaklarında yankılanmaya başlamış. Arayan arkadaşına, bu habere çok
sevindiğini söyledikten sonra kendisinin işten ayrıldığını söylemeye çalışmış
olsa da arkadaşı öyle bir heyecanlıymış ki bu müjdeyi kutlamak için kendisini
akşam yemeğine davet ederek telefonu kapatmış. Ölümlü, bir süre telefon
kulağında dalgın gözlerle duvarları seyre dalmış. Kendisi pek üzgün, bitkin de
olsa arkadaşının bu mutlu gününde yanında olmalıymış. Nasıl geçtiğini anlamadan
akşamüzeri yaklaşmaktaymış. Üstüne başına bir şeyler alıp dışarıya kendini
atmış. Akşam yemeğini yiyecekleri adrese doğru yola koyulmuş. Adrese vardığında
arkadaşının henüz gelmediğini görünce masaya geçip sandalyenin ucunda rahatsız
görünen bir oturuş şekliyle hafif kambur durarak beklemeye başlamış. Yanına
gelen garson, ne alırdınız efendim diye sorunca teşekkür edip, arkadaşını
beklediğini belirtip yollamış garsonu. Bir süre sonra arkadaşı, yanında birkaç
kişi ile birlikte ölümlünün oturduğu masaya doğru kahkahalar atarak yaklaşmaya
başlamış. Ölümlü, onları görünce ne yapacağını bilememiş, elleri titremeye,
vücudu terlemeye başlamış. Zaten üzgün olduğu bir zamanda bir de tanımadığı
ölümlülerle tanışacak, onlara laf yetiştirmeye çalışacaktı. Üstelik arkadaşının
mutluluğuna ortak olurken de kendi mutsuzluğuna merhem arayacaktı. Arkadaşı
masaya varır varmaz tanıştırdı yanındakileri ölümlüyle. Ufak bir sohbetten
sonra yemekler söylenmek üzere menüyü istediler. Herkes, menüye ufak bir göz
attıktan sonra tercih ettiklerini söylemeye başladılar. Bu arada ölümlü hala ne
alacağını paylaşmamıştı masadakilerle. Bunun üzerine sen ne alırsın diye
sordular. Onlar menüye göz atarken ölümlü bu gecenin nasıl geçeceğini
düşündüğünden, aslında bu gece buraya hiç gelmek istemediğinden seçeceği yemeğe
odaklanamamış olacak ki siz ne alırsanız ben de ondan alayım diye döküldü
ağzından sözcükler. Onun için ne yediği önemli değildi, kendi tercihleri ona
sorulmayalı çok olmuştu. Ne istediğinden ziyade yanındakilerin keyfi onun için
daha önemliydi. Bir pot kırmaktan korktuğu ve geceyi, ne konuşacağını, sorulara
nasıl cevap vereceğini düşünmekten karnını doyuracağı yemeği bile seçememişti.
Garson, herkesin siparişini tek tek aldıktan sonra masadan ayrıldı. Ölümlünün
arkadaşı hemen söz alarak işe kabul aldığını, çok mutlu olduğunu bir kez daha
yanındakilerle paylaştı Herkes, hep bir ağızdan tebrik ettiler. Saatler
ilerlerken yemeğin de sonuna doğru geliniyordu. Ölümlü, yemek boyunca üzgün
olduğunu, işten çıkarıldığını belli etmemek için yüzüne sahte gülümsemeyi
kondurmuş, iyi bir dinleyici olduğunu masadaki herkese göstermişti. Yeni
tanıştığı ölümlüler de onu çok sevdiklerini, mutlaka tekrar görüşmek istediklerini
söylediler. Ölümlü, bu duruma çok memnun olmuştu. Neredeyse kendi derdini
unutacaktı. Hesabı ödedikten sonra birbirleriyle tokalaşarak ayrıldılar. Ertesi
sabah daha da canı sıkkın bir şekilde uyandı ölümlü. Bundan sonra ne yapacaktı,
nerede iş bulacaktı. Hem her şey yolunda giderken ne diye çıkarılmıştı işten,
tüm bunları anlayamıyordu. Dün gecenin stresi ve yorgunluğu da hala
üzerindeydi. Yataktan dışarı çıkmak istemiyordu. Dün gece yaşadıklarını
düşünüyor, orada acaba şöyle mi deseydim, şu soruya böyle mi cevap verseydim
diye kendi kendiyle konuşuyordu. Kendi derdi yetmezmiş gibi bir de yeni
tanıştığı ölümlülerle iletişiminin nasıl olduğunun, kendi hakkında ne
düşündüklerinin derdine düşmüştü. Bu sırada telefonu çalmaya başladı. Arayan
kişi geçenlerde yorgun olduğu için görüşme davetini kabul etmeyen arkadaşıydı.
Bugün tatil olduğundan bizim ölümlüyü arıyor, görüşmek istediğini söylüyordu.
Çok vaktim yok ama bir saat bir yerlerde bir şeyler içebiliriz diyordu. Ölümlü,
yorgun olmasına rağmen arkadaşını kırmıyor ve kafasını toparlama umuduyla kabul
ediyordu daveti. Bu umut olmasaydı yine de kabul ederdi zaten. Bu davete hayır
demek onun için yeni dertler, yeni düşünceler demekti. Yorgunluğuna yeni
yorgunluklar eklemektense tabii ki arkadaşıyla buluşacaktı. Aslında dün geceki
yemekte de diğer arkadaşını kırmayarak oraya gitmişti ama yeni dertlerle baş
başa döndü evine. Kendi derdine bir türlü derman bulamamıştı. Hazırlanıp evden
çıktı ölümlü. Yoldayken yine kendi sıkıntısını düşünmeye başladı. Daha kimselere
söyleyememişti işten ayrıldığını. Arkadaşıyla buluşacakları yere varmak
üzereydi. Biraz sonra durağın önünde bekleyen arkadaşını gördü. Nasılsın iyi
misin faslından sonra oturacakları mekâna doğru ilerlediler. Arkadaşı, merak
etmiş olacak ki geçenlerde beni aradığında sesin pekiyi gelmedi kulağıma, bir
sorun yok değil mi diye sordu. Ölümlü, fırsatını yakalamışken, ona onunla
ilgili bir şey sorulmuşken bu fırsatı kaçıramazdı. Gidecekleri mekâna oturmayı
beklemeden konuşmaya başlamalıydı. Evet, canım oldukça sıkkındı. Beni işten
çıkardılar, dedi. Arkadaşı şaşkın gözlerle bakarak çok üzüldüğünü söyledi. Peki,
ama neden çıkardılar, diye sordu. Ölümlü, ben de bilmiyorum, diye cevap verdi.
Arkadaşı bu cevaba daha çok şaşırmıştı. Az sonra mekâna varıp, bir masaya
oturup siparişi verdiler. Bundan sonra ne yapacaksın, diye sordu arkadaşı.
Hiçbir fikri olmadığını söyledi. İşten çıkarılmasının sebebini nasıl sormaz,
diye geçirdi içinden arkadaşı. Aynı anlarda ölümlünün içinden de madem sesimin
kötü olduğunu hatırlıyorsun, o günden beri neden aramadın, neden sormadın, diye
sormak geçiyordu. Üstelik bir saatlik vaktim var diye de benimle pazarlık
yapıyorsun, diyordu. O sırada arkadaşı, eğer isterse kendi iş yeriyle konuşup
belki bir iş ayarlayabileceğini söyledi. Ölümlü, buna çok memnun olmuştu.
Teşekkür ederek olabileceğini söyledi. Bunun üzerine arkadaşı, artık kalkması
gerektiğini, yapılacak işleri olduğunu söyledi. Ölümlü de nasıl istersen
diyerek karşılık verdi. Vedalaşıp ayrıldılar. Ölümlü, eve mi gitsem yoksa biraz
yürüsem mi diye, kendini ikilimde bırakan bir soru ile karşı karşıya kaldı.
Yürümekte karar kılarak kaldırımdan usulca ilerledi. Bir ara gözü, neşe
içerisinde uçurtma uçuran, parkta top oynayan çocuklara kaydı. Bir anlığına
durup onları izledi. Kendi çocukluğunu geçirdi içinden. İçi huzurla doldu.
Neden hep eskiye özlem duyar insan? Neden önceki geçen yıllarımız hep çok daha
güzel gözükür gözümüze? Bu sorular aklında dolanırken yürüyüşüne devam etti.
Huzurlu hali çok kısa sürmüştü, çünkü aklına yine şu an işsiz olduğu geldi. Bir
anlık bile olsa huzurlu, mutlu olmaktan utanır olmuştu. Hayat, kısa mutlu
anlardan ibaretti oysaki. Sürekli mutluluk hali diye bir şey yoktu. Mutluluğu
arayanlar ve bulamadığını söyleyenler bu gerçeğin farkında değillerdi. Mutluluk
küçük şeylerdeydi ve bu da bir kandırmaca değil gerçeğin kendisiydi. Bugünlerde
içine düştüğü sıkıntılı durumun da geçici olduğunu fısıldadı içinden. İnsan
böyle anlarda hiç geçmeyecek, hep sürecek gibi hissediyordu. Yalnız bildiği bir
şey daha vardı, değişmesi gerekiyordu. Ölümlüleri fazla önemsiyor, onlara hayır
diyemiyor, kendinden taviz veriyor; onları memnun edememekten korkuyor, kendi
dertlerinden onları sıkmamak adına bahsedemiyor, üstlerine soru sormaya bile
çekiniyordu. Bu yüzden de içinde bir sürü cevapsız soruyla olur olmadık
düşüncelerle kendini baş başa bırakarak yaşıyordu. Hayır derse kıyamet
kopmayacaktı, onu sevmezlerse üzerinde güneş batmayacaktı. Hava kararmak
üzereyken kendiyle konuşma haline devam ederek eve gitmek üzere durağa doğru
ilerledi. Eve vardığında bir şeyler atıştırdıktan sonra odasına çekildi. Uzun
süredir açıp okumadığı, kenarda duran kitaplarına ilişti gözü. Üstleri toz
olmuştu. Hemen yanında duran, öğrencilik yıllarında kullandığı çeşit çeşit
kalemlerin olduğu kutudan bir kalem aldı. Yoldayken hissettikleri, kendiyle
konuşmaları öyle hoşuna gitmişti ki onları yazmaya karar verdi. Yazma
alışkanlığı pek yoktu ve uzun zamandır masanın başına oturup eline kalem, kâğıt
almamıştı. Zamanında okuduğu kitaplardan, dinlediği programlardan yazmanın
iyileştirici gücü olduğu aklına gelmiş olacaktı. Ölümlülerle konuşurken tam
olarak kendi olamadığını biliyordu. Oysa yazarken tam anlamıyla kendiydi ve
sonradan yazdıklarını okurken kendini daha iyi anlayacağını ve tanıyacağını
biliyordu. İyi ki bugün eve gitmektense yürümeyi tercih etmişti ve iyi ki
parkta oynayan çocukları görmüştü. Bir anlık yaşadığı duygular, onu yazmaya
sevk etmişti. Kendine şu aralar iyi gelecek olan şeyi bulmuş gibiydi.
Ölümlülerle konuşmaktansa yazarak kendiyle konuşmak, ona çok iyi geldi. Her
akşam yazmayı devam ettirdi. Bir akşam tam yazmaya oturacağı sırada telefonu
çaldı. Arayan, çıkarıldığı fabrikada işe başlayacağı arkadaşıydı. Telefonu
açmadan önce neden aradığını anlamış gibiydi. Arkadaşı kendisini işte göremeyince
bunun nedenini soracağını tahmin ediyordu. Telefonu açtı. Arkadaşı, nasıl
olduğunu, bugün işe başladığını, öğlen arası kendisini yemekte göremeyince
merak ettiği için aradığını söyledi. Ölümlü, işten çıkarıldığını söyledi.
Arkadaşı, çok üzüldüğünü belirterek nedenini sordu. Bilmediğini ve anlam
veremediğini söyledi. Bilmiyor oluşuna şaşırmıştı arkadaşı ve neden sebebini
sormadığını, bu durumu neden sorgulamadan kabullendiğini sordu. Ölümlü ise daha
fazla bu konuyu konuşmak istemediğini ve başka bir söyleyeceğinin olup
olmadığını sordu. Arkadaşı ise en kısa zamanda görüşmek istediğini söyleyerek
telefonu kapattı. Ölümlü biraz durduktan sonra böyle bir telefon görüşmesi
sonlandırdığı için kendine şaşırmıştı. Önceden olsa böyle davranmazdım, dedi.
Üstelik böyle davrandığı için arkadaşı onu terslememişti. Şu an bu konuda
konuşmak istemediğini anlayışla karşılayarak daha sonra görüşmek istediğini
belirterek telefonu kapatmıştı. Biraz sonra, günlerdir rutin halinde getirdiği
yazma işine koyuldu. Bir süre sonra masada duran kum saatine baktı. Yazarken
sanki zaman duruyor gibi hissetti. Sevdiğin şeylerle meşgul olunca böyle
olurmuş. Zamanın göreceliliğinin güzelliği buradaydı. Eğer, sevdiğiniz şeylerle
meşgul olursanız, zaman size verim olarak döner. Kendinin akmakta olduğunu
unutturarak adeta size karşı yavaşlatır kendini. Yazmaya başladıktan sonra fark
ettiği şeylerden biriydi bu. Bundan önce fark ettiği ise bir ölümlüye bir
memnuniyetsizliğini belirttiğinde anlaşılamayacağını, reddedileceğini
düşünmesinin her zaman geçerli olmayabileceğiydi. Ölümlüleri fazla ciddiye
aldığından, onları kendinden üstün gördüğünden, onlara soru bile soramıyordu.
Hala kafasında işten neden çıkarıldığı vardı. Yarın gidip müdürüyle görüşecek
ve işten hangi sebeple çıkarıldığını soracaktı. Bunun için cesaretini
toplayabilecek kadar kendi kendiyle baş başa kalmış, duygularını yazmak onu
rahatlatmış ve daha sağlıklı düşünmesinin önünü açmıştı. Bir an, bunun ne önemi
olacağını sorguladı. Sonuç olarak işten çıkarılmıştı ve bunun hangi sebeple
olduğunun bir önemi yok diye düşündü. Sonra, yine içindeki başka biri
konuşuyormuş gibi fısıldadı. Sebebini öğrenmek benim en doğal hakkım. Üstelik
ben kendi korkularımın, çekincelerimin üstüne gitmiş ve böylelikle bunları
aşabilmenin ilk adımını atmış olacağım. Bir kaç şey daha karaladıktan sonra
defterini kapattı ve uyumak üzere yatağına uzandı. Yeni gün, sanki bir başka
doğmuştu ölümlü için. Güneş bir başka parlıyordu, kuşlar bir başka ötüyordu.
Heyecan ile endişe bir arada bulunuyordu ruhunda. Kahvaltısını edip giyindikten
sonra, bir süre önce işine son verilen fabrikaya doğru yola çıktı. Fabrikanın
giriş kapısına yaklaştıkça içini yapamayacağına dair bir endişe sardı.
Konuşmayı unutmuş gibi hissetti. Kendini toparlamak için bir süre olduğu yerde bekledi.
Derin bir nefes alarak, nefesine odaklanarak durmaksızın ilerledi. Böylece
endişeyi biraz olsun bastırabilmişti. Müdürün kapısının önüne geldiğinde hiç
durmadan kapıyı tıklatarak içeri girdi. Konuşmak yerine sadece hafif bir
tebessümle baş selamı vermekle yetindi ölümlü. Müdürü, anlamsız bir ifade ile
bir süre yüzüne baktıktan sonra oturması için el işareti yaptı. Ölümlü,
teşekkür ederek oturdu. Gelme sebebinin, işten hangi sebeple çıkarıldığını
öğrenmek olduğunu, kısık bir sesle söyledi. Aslında bunu öğrenmekten ziyade şu
an kendine meydan okuyor ve korkularının üzerine gidiyordu ölümlü. Daha çok bu
sebeple buraya gelmişti. Müdürü, hiç beklemeden çıkarılma sebebinin eleman
fazlalığı olduğunu söyledi. Ölümlü, işinde iyi olduğunu biliyordu. Çıkarılması
gerekenin kendisi olduğuna nasıl karar vermişlerdi, bunu sordu müdürüne. Gayet
iyi gidiyordu ölümlü. Müdürünün cevabını beklerken gözlerinin içine bakmayı da
ihmal etmiyordu. Okuduğu iletişim teknikleri, beden dili kitaplarından bunu
biliyordu. Aslında teorik bilgisi olmasına rağmen pratikte başarı sağlayamayan
biriydi ölümlü. Artık yavaş yavaş bildiklerini hayata geçirmeye başladığını
hissediyor, kendindeki değişimi görebiliyordu. Müdürü, toplantısı olduğunu
söyleyerek daha sonra tekrar uğramasını, o zaman kendisiyle konuşabileceğini
söyleyerek odadan çıktı. Ölümlü, bu duruma hiç bozulmadı. Zaten olan olmuştu,
işten çıkarılmıştı bir kere. O istediği şeyi elde etmişti. Kendi korkusuyla
yüzleşmiş, korkulacak bir şey olmadığını görmüştü. Kapıdan çıkarken fabrikada
işe başlayan arkadaşıyla koridorda göz göze geldi. Arkadaşı koşar adımlarla
yanına giderek tokalaştılar ve burada ne aradığını sordu. Ölümlü, müdürle ufak
bir görüşme yaptığını, önemli bir şey olmadığını söyledi. Hemen ardından işine
alışabildin mi nasıl gidiyor diye sordu arkadaşına. Arkadaşı, şimdilik her
şeyin yolunda olduğunu söyledi. Ölümlü, sevindiğini söyledi. Arkadaşı da bundan
sonra ne yapacağını sorduğu sırada, kolay gelsin sonra görüşürüz diyerek çıkış
kapısına doğru ilerledi ölümlü. Arkadaşı da sonra görüşürüz diyebildi sadece.
Ölümlünün gidişini izledikten sonra, işine döndü. Yol boyunca yürüdü. Nereye
gittiğinin bir önemi olmadan, yolun onu çıkaracağı yollara bıraktı kendini. En
son böyle yaptığında çok iyi gelmişti. Artık bunu sık sık yapacağını biliyordu.
Az önce, müdürüyle yaşadığı diyalogu çoktan unutmuş gibiydi. Ağzından
çıkanların, müdürün verdiği cevapların hiçbirisiyle ilgilenmemiş, sadece
yürüyüşüne odaklanmış, bedeninin her bir parçasını hissetmeye çalışmıştı. Az
ileride bir kumru kuşunun, kanat çırpmakta olduğunu ama uçamadığını gördü. Ne
olduğunu anlamak için yanına doğru yürümeye başladı. Kumrunun, hemen yanındaki
çukurda az sayılamayacak kadar su birikintisi ile dolu olduğunu gördü.
Muhtemelen su içmek isterken çukurun içindeki suya düşerek ıslanmıştı ve
ıslanan kanatları kuruyana kadar da uçamayacaktı. Herhangi bir kedi, kumruya
zarar vermesin diye kuşun tekrar uçmak için gücünü toplamasını bekledi. Çok
geçmeden kumru hızla çırptığı kanatlarının yardımıyla doğanın kucağına doğru
bıraktı kendini. Uçuşunu bir süre izledikten sonra gözden kayboldu kumru. Bu
sıradan olay, ölümlüyü düşündürdü. Az önce bir kedi, kumruyu çok rahat
yiyebilir, kum saatini birden doldurabilirdi. Üzerinde ağırlık yapan suyun
vermiş olduğu ıslaklık, etkisini yitirince eski hafifliğine döndü ve kendini
buldu diye geçirdi içinden. Kumrunun uçmasını engelleyen suyun onu ıslatmasaydı
ama aynı zamanda hayatta kalmasını sağlayan da o suydu. Hem ona muhtaçtı ama
muhtaç olduğu o şey kendi sonunu da getirebilirdi. Kafasında kurduğu olumsuz
düşüncelerden kendini soyutlamaya çabaladığından beri farkındalığının arttığını
hissediyordu. Bunda en büyük pay şüphesiz yazmaktı. Bu sayede kendine dışardan
bir göz olarak bakabilmişti. Eve gitmek için durağa yöneldiği sırada telefonu
çaldı. Arayan, isterse kendisine çalıştığı yerde iş bulabileceğini söyleyen
arkadaşıydı. Patronlarıyla konuşmuş, ölümlüye uygun bir pozisyon olduğunu ve
görüşmeye gelebileceğini söylediklerini haber veriyordu. Bu haberi duyan
ölümlü, çok sevindiğini belirterek arkadaşına çok teşekkür ettiğini söyledi.
Müsaitse hemen yarın gelebileceğini söyleyen arkadaşına, erkenden orada
olacağım diyerek cevap verdi. Yarın görüşürüz diyerek kapattılar telefonları.
Ölümlü, evine neşe içinde vardı. Akşam yemeğini yedikten sonra yarın görüşmeye
giderken giyeceklerini hazırladı. Daha sonra masasının başına geçerek bugün
yaşadıklarını yazmaya başladı. Yatmasına yakın bir süre kala defterine yazdığı
son cümleleri şöyleydi. Eksiklerimi oldurdukça barıştım yanımdakilerle. Yüzleştikçe
kendimle önüm aydınlandı günden güne. Debelenip durduğum zihin labirentinde
yolumu buldum...
oh ya iyi bitti :) barıştı, iş buldu, güzel :) hayat devam ediyor :)
YanıtlaSilgözlerinize sağlık:) bu sefer iyi bitsin istedim :))
SilOkurken aha bu benim dedim :)
YanıtlaSil🙂🙂
Sil"Üstelik arkadaşının mutluluğuna ortak olurken de kendi mutsuzluğuna merhem arayacaktı." Hayatta mutluluğa giden yolu tek cümleyle özetlemişsiniz. Kaleminize sağlık.
YanıtlaSilTeşekkürler🙂👋
SilMerhabalar.
YanıtlaSilÖykünüzü okudum.
Öykünüzün okunurluğunu kolaylaştırmak için parağraflara ayırmış olsaydınız, daha rahat bir okuma imkanı sağlamış olurdunuz. Her ne kadar yukarıda öyküyü okuduğuma dair bir yorum yazdıysam da, öyküyü tekrar okumak için tekrar geleceğim. Yazılan yorumun doğrudan yayına girip girmediğini kontrol etmek için yukarıdaki kısa yorumu yazdım.
SilÖlmeden önce yapılacaklar konusuna tekrar dönmek üzere, şimdilik hoşçakalın.
Sağlıcakla ve esen kalın.
Tavsiye için teşekkürler🙂 okuduktan sonra düşüncelerinizi okumayı isterim👋👋
Silakıcı bir hikayeydi, sonunda bir umut ışığının olması da ayrı güzel:)
YanıtlaSilyazmak eyleminin iyileştirici bir etkisi oluyor.. teşekkürler:)
Teşekkür ederim, kesinlikle öyle🙂👋
SilMerhabalar.
YanıtlaSilKonunun başlığı önce, okuyucuyu başka bir beklenti içine çekiyor. Ancak, konuya verilen başlığın, okuyucuyu bu hikayeyi okumaya davet etmesi de yazarın bu işi bildiğinin bir işareti olarak kabul etmek gerekir. Yazının içinden aldığım ve aşağıda paylaştığım bölüm, konunun başka bir alanı olsa da, benim de çok üstünde durduğum bir alandır. "...Neden hep eskiye özlem duyar insan? Neden önceki geçen yıllarımız hep çok daha güzel gözükür gözümüze?..." İşte bu soruya verilen cevaplar hemen hemen aynı olmakla birlikte, işin ilginç yanı farklıdır. Şu anda yaşadığımız an, geçtikten sonra iyi de olsa, kötü de olsa, geçmişte kalacağı için, acılarının ya da sevinçlerinin pek etkisi kalmadığı için, yaşadığımız anın kötü taraflarında iken, hep o geçmişe özlem duyarız. Geçmiş, bizim için hep özlenen ve yeniden yaşanıldığında sevinç duyacağımız ve haz alacağımız bir zaman dilimidir.
Asıl konunun anafikrine gelecek olursak: Ölmeden önce yapacağımız tek şey, hem kendimizle, hem de çevremizle barışık yaşamanın yollarını araştırıp, barış içinde yaşamaktır. Barış içinde yaşanan hayat, ölmeden önce yapacağımız tek şey olmalıdır. Çünkü barış içinde yaşanılan ömür, aynı zamanda bizim diğer dünyamızın da teminatı olacaktır.
Kaleminize, yüreğinize sağlıklar dilerim.
Çok güzel ifade etmissiniz düşüncelerinizi, çok teşekkür ediyorum🙂 👋
SilOn point. So true. I agree.
YanıtlaSilWelcome to my blog. Thank you🙂
YanıtlaSilÇok beğendim, sonu daha çok hoşuma gitti:) Kaleminize sağlık:)
YanıtlaSilTeşekkürler🙂👋
SilÇok güzeldi, elinize sağlık, düşündürücü gerçekten:)
YanıtlaSilTeşekkür ediyorum:)
SilGüzel bir anekdottu, elinize sağlık.. ama gidilecek yol bitmiyor ta ki ölene kadar :)
YanıtlaSilSevgiler,
Haklısınız, teşekkürler🙂👋
SilYorum Gönder