Denediğim denemem



Bir çok insan canı sıkıldığında, daraldığında kendisini dışarı, kalabalıkların içine atar. Yanına insanları toplar ve kafasını bu şekilde dağıtma yoluna gider. Ben de zaman zaman bunu yapmış ve yapıyor olsam da çoğu zaman kendi içime döner, yalnız kalmak isterim. İçim çok kalabalıktır benim. Hiç sorgulamadım neden böyleyim? Ama iyi ki de diyorum böyleyim. Bu, benim için bir yalnızlık mıdır tartışılır ama kendimle beraber olmak demeyi ve bunu yalnızlık olarak algılamamayı tercih ederim. Bu, bana iyi gelir. Ve bana iyi gelen bir şeyin adı her ne olursa olsun, algısı her ne kadar olumsuz olursa olsun, benim için bir anlam ifade etmez. Bu, bana iyi gelen bir şeydir ve bir başkasına da iyi gelmek zorunda değildir. Bir başkasına da bu şekilde rahatlama tavsiyesinde bulunmanın, bir anlamı olmadığını da bilirim. Neyse, çevremde çoğu zaman marjinal kalmışımdır ama hiçbir zaman ben marjinal olmalıyım dememişimdir. Ben neysem o olmuşumdur ve bir kavrama karşılık gelmişimdir. Yahut bir insan beyninin kolaycılığından dolayı sınıflandırılmışımdır her biriniz gibi. O olmuşumdur, bu olmuşumdur. Sizler de birilerinin gözünde bir şeyler olmuşsunuzdur. O olsanız da olmasanız da. Akıntıya da bıraksak kendimizi veya kürekte çeksek ona karşı, yine de bir şey oluruz. Demek ki olmak denilen şey pek te marifet olmasa gerek. Peki ben şu an tüm bunları neden yazma gereği duyuyorum? Bunu da sormuyorum kendime. Alternatif cevaplar vermek elbette mümkün. İyi geliyor, zihnim rahatlıyor, ruhum huzur buluyor diyebilirim. Ya da bir iyilik hali, bir amaçlılık barındırmıyor da olabilir yazma eylemim. Bir şeye hizmet etmesi de gerekmez. Su içmek gibidir ama gerekli değildir belki. Fakat su gereklidir, olmasa da olur diyemeyiz. Yazmasam da olur diyebilir miyim? Elbette derim ama bunu diyor olmam bir iradenin ürünü müdür? Yarın başka türlü düşünemez miyim? Bence düşünebilirim ve hepimiz de düşünebilmeliyiz ama o zaman da omurgasız mı olurum? O zaman da asi mi oluruz? İşte, bazı toplumsal normlar, tabular ve ağızlardan çıkan ezberler vardır. Bu, yeryüzünün her bir köşesinde adeta hazır bekler. Hayvanlar aleminde de insanlar aleminde de. Bir insanın fikrini değiştirebiliyor olması nasıl da olumsuz ve hoş olmayan bir kavramla tanımlanarak insanın gelişiminin ve değişiminin ve hatta doğasının ürünü olan bir ileriye gidiş vasıtasını elinden alıyor değil mi? Alan kim peki? Yine insan. Bizler. Hayvanlar da fikir üretebilip değiştirebiliyor olsalardı acaba bizim hakkımızda neler söylerlerdi? İnsanlardan uzak durmalıyız diyenler ve onlarla yakınlaşmalıyız diyenler olarak iki gruba ayrılsalardı mesela. Bize yakın duranları hem hoşnut edip hem de onları kesip yeseydik, insanlardan uzak duralım diyenler haklı olacaklardı. Fakat kesilip yenmenin iyi bir şey olduğunu düşünenler ise onlara her zaman karşı çıkıp düşman olacaklardı. Muhtemelen de bu grup baskın olan taraf olacaktı. Azınlık olan hayvanlar belki haklılardı. İnsanlar her ne kadar çekici bir varlık olsalar da kendilerine zararları da dokunuyordu. Bunu görmek istemeyen hayvanlara anlatamamaktan yakınıp onlarla mücadele içinde bir hayat süreceklerdi diğerleri de. Neyse ki böyle bir dertleri yok. İçecek temiz bir su bulup karınlarını doyurabilirlerse değmeyin keyiflerine. Ha birde kendi türlerinin yırtıcılarından da korunmaları gerekiyor ki bunu doğaları gereği zaten yapıyorlar. Biz acaba neyi ne kadar doğamız gereği yapıyoruz ve neyi ne kadar doğamıza uygun yapıyoruz? Sorduğum bu sorunun cevabını yazımın içinde bulamayacaksınız. Bizim aklımızı ve bedenimizi nelere çalıştırdığımız birbirimize her an takmaya hazır beklettiğimiz ve bir anını bulduğumuzda taktığımız çelmelerden, yaşadığımız yuvarlağın içini ne hale getirdiğimizden anlaşılıyor... İçimden bir yazmak geldi ve konu nerelere kadar evrildi. Size söylemiştim, içim kalabalıktır benim... Ben ilk cümleye başlarken son cümleyi bilmiyordum. Hala daha bilmiyorum. Yazının nerelere varacağını, neler anlatacağını da bilmiyorum. Harflerden manalar oluşurken ve ben onları tek tek tuşlarken ortaya çıkan bu şey her ne ise ben onu ortaya çıkarmayı da sonrasında okutmayı da ve okumayı da seviyorum. Bu yazı ne birine ilaç olabilir, ne birinin gününü gün edebilir ne de onu mutlu edebilir. Bu yazıyı okuyan bir şey kazanmayacağı gibi okumayan da bir şey kaybetmez. Ama bunu da hiçbir zaman bilemeyeceğim. Herkesin kendi deneyimlerine göre, algılarına göre bu olmaz dediğim şeyler bile olabilir. İşte belki bu işin büyüsü de burada saklıdır. Kimde ne etki yaratacağını bilememek. Ben kendimce hiçbir manası olmadığını, etkisi olmayacağını düşünebilirim. Bir başkası bu yazılanlarda çok şey bulabilir. Böyle bir yazı ile karşılaştığından dolayı hoşnut olabilir. Belirsizlik, çoğu zaman canımızı sıkar ama yazmaya başladığımızda ki tüm belirsizlikler bir maceraya sürükler yazanı. Yarattığın şeyin nerelere ulaşabileceğini bilememek. Kimlerde ne etki bırakacağını bilememek. Senin var ettiğin bir şeyin belki de sana yol gösterebilecek olması. Bir yerden sonra kendi kendinin varlığını devam ettirebilmesi. Sana yön vermesi. Evet, sen kaleminle buraya kadar beni getirdin ama bundan sonra sadece kendine göre değil bana göre de yol almalısın demeye başlar yazı. Yazan kişi, yalnız başladığı bu yolculukta, yarattığı şeyle arkadaş olur... Peki, tam burada kessem bu yazıyı ne olur? Çok başka yerlere gidebilecek, vay be ne yazıymış dedirtebilecek bir yazının ortaya çıkmasını mı engellemiş olurum yoksa zulüm gibi giden bir yazıyı sonlandırarak herkese bir iyilik mi yapmış olurum? İşte, nur topu gibi cevapsız bir soru daha... Bir amaç yaratalım kendimize. Adı cevapsız sorulara cevap bulmak olsun. Birçok amaç yaratıyoruz zaten kendimize onların yanın da bunun lafı mı olsun?...

2 Yorumlar

  1. İnsanın kendi içine dönmesi, kendisiyle dertleşmesi kadar güzel bişey yok. Zaten zeki insanlar hep öyle yapar. Kendimden biliyorum 😁

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski